8 Mayıs 2014 Perşembe
MİHRİMAH SULTAN CAMİİ
MİHRİMAH SULTAN CAMİİ
Muhteşem Süleymanın biricik kızı Mihrimah Sultan'a bir talip çıkar: Diyarbakır Beylerbeyi Rüstem Paşa. Merkeze uzak (periferi) bir yerde görevli olan Paşanın Kanunîye damat olması, Cihan İmparatorluğunun ikinci adamlığı anlamına geldiği için; üst yönetim kadrolarında dedikodu kazanları fayrap edilmeye başlanır ve Paşanın cüzamlı olduğu haberi uydurulur. Peki, gerçekten öyle midir? Bundan emin olmanın tek yolu, Paşanın bir sağlık kontrolünden geçmesidir. Hemen bir ekip Diyarbakıra gönderilir. Haberin gelmesi gecikmez: Rüstem Paşanın çamaşırlarında bit bulunmuştur! Paşa için vezirlik yolu açılmıştır artık; çünkü cüzamlıya bit gitmez!
Hürrem Sultan'ın da desteği ile Rüstem Paşa, Süleyman ve Hüsrev Paşaları ekarte ederek 1544 yılında Sadrazam olur. Sadrazam, tüm vaktini ve enerjisini devlet işlerine verdiği, karısıyla gereği gibi ilgilenemediği için, kudretli hükümdarın kızı da kendini hayır işlerine verir. Özellikle, adına yaptırılan iki büyük caminin yapımıyla geçirir vaktini: Üsküdardaki, etek giymiş bir hanım görünümündeki Mihrimah Sultan Camii (İskele Camii) ve gün ışığının her köşede adeta dans ettiği kadınsı edalı Edirnekapı Camii. (Mihrimah Sultanın statüsü iki minareli cami yaptırmaya yetmesine rağmen, yalnızlığını simgelemesi anlamında tek minareli yapılmıştır bu cami!) En büyük şansı da Koca Sinan'ın mimarbaşı olmasıdır elbette... Mimar Sinan, en uygun yerlere en uygun camiyi -padişahın izni ve emriyle- dünya üzerinde eşi benzeri görülmemiş bir sihirli simetriyle yapıvermektedir Mihrimah için!Üsküdardaki Mihrimah Sultan Camii ile Edirnekapıdaki Mihrimah Sultan Camiini aynı anda görebileceğiniz bir yer tespit edin. Günbatımında (elbette, yılın sadece bir gününde) göreceğiniz muhteşem manzara şudur: Edirnekapı Camiinin tek minaresinin arkasından güneş batarken, Üsküdardaki caminin minareleri arasından ay doğmaktadır! Bu nasıl bir hesaplama, bu nasıl bir estetik anlayışıdır! dediğinizi duyar gibiyim... Mimarbaşı, Mihrimah Sultana platonik bir yakınlık duymasaydı; acaba bu harika uyumu yaratabilir miydi? Hele bir de Mihr ü mâh, Farsça güneş ve ay anlamına geliyorsa! İşte aşk! "
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder